20 Mart 2008 Perşembe

No Country For Old Men


"Bugüne kadar yazı-turada kaybettiğin en büyük şey nedir?" diye sorar Chigurh. Adam anlamaz. Chigurh devam eder: "Yazı mı, tura mı? Bilirsen kazanırsın, bilemezsen ölürsün. Yazı mı, tura mı?" Adam şaşırır. Bu nasıl bir sorudur? Kendisinden nasıl bir seçim yapması isteniyordur? Bugüne kadar hiç seçim yapmak zorunda kalmamıştır ki. Genç yaşta evlendiği eşinin zengin babası, ona kocaman bir arazi ve bir de dükkan bırakmıştır. Artık hayatı zorlamaya, risk almaya ne gerek vardır? Bu ilginç, komik saçlı adam da nerden çıkmıştır? "Ama..?" "Yazı mı, tura mı?" "Tura." Para atılır. Ve evet... "Tura, kazandın." Teksas'ın ıssız çöllerinde marketçilik yapan bir adamın hayatta kalma ihtimali, tam da yazı-turada tura gelme ihtimali kadardır.

İçi para dolu bir çanta... Üç adam... İçiçe geçen hikayeler... İnsanoğlunun 'para' denen kağıt parçasına olan fetişizmi ve çürüyen ahlak kurallarına dair müthiş bir film.

Ed Tom Bell... Yaşlı bir şerif. Ahlaki değerleri temsil ediyor. "Eskiden buralar hep yeşillikti" tarzı kıssalar anlatıp, dünyanın gitgide bataklığa döndüğüne dair hisseler çıkarmamızı isteyen bir 'ihtiyar'. Risk almayı sevmez. Kanunlarla yapması gerektiği belirtilmeyen şeyleri yapmaz. Herşeye yabancı. Hayatı anlamaya çalışmıyor, yıllar öncesinde yaşıyor.

Llewelyn Moss... Teksas çöllerinde av yaparak vaktini geçiren, bir karavanda karısıyla birlikte yaşayan, sıradan biri. Bir gün çölün ortasında, bir hesaplaşma sonrası terkedilmiş arabalar ve cesetlerle karşılaşır. Arabaların birinin içinde henüz ölmemiş bir adam vardır ve o adam Llewelyn'den su istemektedir. Llewelyn, adama su vermez ve arabanın kasasında bırakılmış bir çanta dolusu parayı alarak karavanına döner. Gece, vicdan azabından uyuyamaz ve adama su vermek için bir bidon suyla, olay yerine geri döner. Ancak Llewelyn'in bu yufka yürekliliği pahalıya patlar ve bu dakikadan sonra olaylar gelişir. Para dolu çantayla birlikte, Meksika'ya kadar uzanan gerilim dolu bir kaçışın içinde bulur kendini.

Anton Chigurh... Paranın peşinde, Llewelyn'in ensesinde kovalamaca oynayan psikopat bir katil. Her daim yanında olan tüplü silahıyla, tam bir insan avcısı. Kimin ölüp, kimin ölmeyeceğine tek başına karar verebiliyor. Kurbanlarını öldürmeden önce, uzun uzun sohbet edip, ahiret soruları soruyor. Bu yönüyle Chigurh, Azrail'in ta kendisi. Yana taranmış saç şekli, anlamsız bakışları ve sözleriyle çoğu zaman komik görünse de, elindeki delip geçen silahını görünce tırsıyoruz. Sinema tarihinin en psikopat karakterleri listesinde kesinlikle ilk beşe girer.

'Blood Simple'ın kasvetli havası ile 'Fargo'nun şiddet ve entrikası birleşmiş, ortaya başka bir Coen kardeşler harikası çıkmış. Ethan ve Joel Coen, 'The Ladykillers' ve 'The Man Who Wasn't There'le yaşadıkları durgunluğu, bu filmle aşmışlar. Filmde hiç müzik yok. Müzikle korkutmak ve germek kolay ama müzik olmadan gerilim yaratmak, her yiğidin harcı değil. Bu film, bunu başarıyor. Koyu tonlar ve donuk mekanlar, filmin kasvetli atmosferine katkı sağlıyor.

Javier Bardem, Chigurh rolüyle devleşiyor. Bu adama hayran olmamak imkansız. 'The Sea Inside'de, ötenazi isteyen yatalak bir yazarı, yani Ramon Sampedro'yu canlandırırken ne kadar hayat dolu ve anlamlı bakıyorsa; bu filmde canlandırdığı psikopat katil Chigurh rolüyle, o denli boş ve manasız bakıyor. Yani tam da olması gerektiği gibi. Efsane bir oyuncu olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. 80. Oscar Ödül Töreni'nde aldığı 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu' ödülünü sonuna kadar haketmiş. Bardem'in filmdeki ilginç saç stilinin de bir öyküsü varmış: Coen kardeşler, bu saç stilini bir genelev patronunun 1979'da çekilen fotoğrafını model alarak yaptırmış. Bardem'in saçları yapıldıktan sonra ilk tepkisi "Olamaz, iki ay boyunca hiçbir kadın benimle yatmayacak." şeklinde olmuş. Bir anektod da, Bardem'in filmde kullandığı silahla ilgili: O silah, aslında kasaplıkta kullanılan ve sığırları boyunlarını kesmeden öldürmeye yarayan, basınçlı bir cıvata tabancasıymış. Filmde Şerif de bu konuyla ilgili bir hikaye anlatıyordu. Şerif demişken, yaşlı Ed Tom rolünde Tommy Lee Jones, kendinden beklenecek derecede başarılı bir performasn sergiliyor. Llewelyn Moss rolü için ilk önce, Ocak ayında ölen aktör Heath Ledger'a teklif götürülmüş. Ama sonunda Josh Brolin'de karar kılınmış. Brolin de rolünün hakkını vermiş.

Film, Cormack McCarthy'nin romanından uyarlanmış ve bu seneki Oscar Ödülleri'nde 'En İyi Senaryo' ödülünü almış. Adını ise Willim Butler Yeats'in 'Sailing To Byzantium' şiirinin ilk mısrasından almış. Bazılarına çok sıkıcı, hiçbirşey anlatmayan bir film olarak gelmiş ancak ben filmi çok beğendim. Bence tempo bir an bile düşmüyor ve çaktırmadan birçok şey anlatıyor. Coen kardeşlerin en iyi filmi değil belki. Bir şaheser hiç değil. Ama iki saat boyunca hoş vakit geçirilecek, sonunda da biraz şaşırılacak, film gibi bir film.

Hiç yorum yok: