30 Mart 2008 Pazar

Feridun Düzağaç - Uykusuza Masallar


1. Çok Geç
2. Beni Bırakma
3. Yeniköy
4. Kara Kara
5. Söz Ver
6. Kurumuş Ölüyorken
7. Çok Aşık
8. Yüzün
9. Özledim
10. Hazırcevap
11. Ardından
12. Senin İçin

Feridun Düzağaç eskisi gibi değilmiş, ilk albümleri daha güzelmiş, şarkı sözü yazsın, şarkı söylemesinmiş... Bu yorumların hiçbiri umrumda değil. Feridun Düzağaç bomboş bir albüm çıkarsın, yine de dinlerim, beğenirim. O yaptıysa güzeldir. O ne yaparsa güzeldir. Hem bana hep güzel şeyleri, güzel günleri hatırlatır kendisi. Onu dinlerken mutlu olurum. Neyse... 'Uykusuza Masallar', adıyla, kapağıyla, tarzıyla tam bir Feridun Düzağaç albümü. İsmi ile müsemma, tıpkı uykusuz bir çocuğa anlatılan masallardaki gibi dinlendirici, huzur verici. Bu kez önceki albümlerinde olduğu kadar depresif değil; biraz daha umut var, aydınlık var. Albümde en sevdiğim şarkıyı söyleyemeyeceğim, çünkü hangi şarkıyı seçsem, diğerlerine ayıp olacak.

"inansam düşerdim peşine
ama yalanlar..
bana baktığın gibi,
aynaya bak.."

Redd - Gecenin Fişi Yok


1. Bak Keyfine
2. Mutlu Olmak İçin
3. Sen Kendinde Ol Yeter
4. Kirli Suyunda Parıltılar
5. Falan Filan
6. Dünya
7. Ne Olmaya Geldim
8. Hala Aşk Var Mı
9. Prensesin Uykusuyum
10. Boşver
11. Nefes Bile Almadan
12. Keyifli Bir Gün
13. Roman Kahramanı
14. Artık Melek Değilim
15. Öperler

Redd'in askere gitmeden önce, 20 Temmuz 2007'de Ghetto'da verdikleri unplugged konserin kaydından oluşan bir albüm. DVD ve audio albüm olarak yayınlandı. Grubun '50/50' ve 'Kirli Suyunda Parıltılar' albümlerinde yayınlanmış şarkılarının unplugged halleri yer alıyor albümde. Tüm şarkılar bu halleriyle, asıl hallerinden daha da güzel olmuş bence. 'Artık Melek Değilim', 'Hala Aşk Var mı?', 'Kirli Suyunda Parıltılar', 'Roman Kahramanı' ve diğer harika Redd parçalarını 'fişsiz' olarak dinlemek, ayrı bir keyif veriyor insana. Albümde ayrıca, grubun daha önce yayınlanmamış 'Boşver' adlı parçaları da yer alıyor. Redd hayranlarının, gruba daha da bağlanmalarını sağlayacak, güzel bir albüm olmuş.

29 Mart 2008 Cumartesi

Amerika

Amerika her şeyimi verdim sana, şimdi bir hiçim
17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmi-yedi sent.
Kendi kafam bile destek değil bana.
İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?
Al şu atom bombanı kıçına sok.
Kafam bozuk, Amerika, bir de sen üstüme varma,
Kafam yerine gelene dek şiir miir de yazmayacağım.
Söyle bana Amerika ne zaman melekleşeceksin sen?
Ne zaman anadan doğma olacaksın
Ne zaman bakacaksın mezarlıktan Amerika?
Ne zaman milyonlarca troçkistine yakışır olacaksın?
Amerika, kitaplıkların niçin gözyaşı ile dolu?
Amerika, Hindistan'a yumurtaları ne zaman yollayacaksın?
Amerika bu senin kılı kırk yarmalarından bıktım artık.
Ne zaman süpermarket'e gidip, şu güzel gözlerim için
gerekenleri alabileceğim?
Amerika, her şeyin bir yana, eksiksiz olan bir sen varsın
bir de ben, öbür dünya değil.
Şu makinalarına da dayanasım kalmadı Amerika, bil.
Bende bir ermiş olma isteği uyandırdın.
Bu tartışmayı çözmek için bir başka yol olmalı.
Burroughs şimdi Tanca'da, sanmıyorum ki geri dönsün
Korkunç bir şey olurdu bu.
Sen de korkunç musun Amerika yoksa bir oyun mu bu?
Saplantımdan döneceğimi sanıyorsan aldanıyorsun.
Öyle üstüme varma Amerika, ne yaptığımı biliyorum ben.
Amerika, erikler çiçek döküyor.
Aylardır gazete okuduğum yok, her gün
cinayetten birisi Kodesi boyluyor.
Amerika, Wobblie'lere tutkunum ben.
Küçükken komünisttim Amerika, özür mözür de dilemiyorum
şimdi her fırsatta esrar çekiyorum.
Günlerce evde oturup iş olsun diye kilerdeki gülleri seyrediyorum.
Chinatown'a gittiğimde kafayı çekiyorum ölesiye,
ama hiç kimselerle yatamıyorum.
Bu işin içinde bir şamata olduğunu sanıyorum.
Ah! Sen beni Marx okurken görmeliydin Amerika.
Ruh doktorum hiçbir şeyin yok diyor.
Hiçbir şeyim yok gerçekten, Tanrı' ya yakarma dahil.
Mistik görünümlerim ve kozmik titreşimlerim var yalnız.
Amerika, daha sana Max Amcam Rusya'dan döndükten sonra
ona yaptıklarından söz açmadım.
Sana sesleniyorum Amerika.
Heyecanlarının daha Time eliyle yönetilmesine göz yumacak mısın?
Ben Time'a tutkunum Amerika
Her hafta bir tane alıp okuyorum
Köşebaşındaki şekercinin yanından geçerken kapağı beni gözlüyor
Onu Berkeley Halk Kitaplığı'nın bodrum katında okuyorum.
Sana hep sorumluluktan söz ediyor. İş adamları ciddi.
Film yapımcıları ciddi. Herkes ciddi, ben hariç.
Zaman zaman Amerika ben değil miyim diye düşündüğüm oluyor.
Yeniden kendi kendimle konuşmaya başladım işte.
Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika.
Bir metelik talihim yok.
En iyisi ulusal kaynakları inceleyip, onlara dönmek.
Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar,
binlerce cinsiyet organı, saatde 1400 mil hızla giden
bir özel basılmaz edebiyat ve yirmibeşbin tımarhane.
Cezaevlerinden ve beşbin güneş ışığı altında saksılarda
Yaşayan fakir fukaradan sözetmiyorum.
Fransa'daki kerhaneleri kaldırdım, şimdi sıra Tanca'da.
Katolik olmasına katoliğim ama gene de Başkan olmak istiyorum.
Amerika senin bu alık ve çılgın havanda nasıl kutsal bir yakarma yazabilirim?
Dörtlüklerime Henry Ford gibi devam edeceğim,
yazdıklarım onun çıkardığı otomobiller kadar
kişisel, üstelik her biri değişik cinsiyetten.
Amerika dörtlüklerimi peşin para 2500 dolardan satarım sana,
eski dörtlüklerimi de 500 eksiğine alırım.
Amerika Tom Mooney'i serbest bırak.
Amerika İspanyol cumhuriyetçilerini kurtar.
America Sacco ve Vanzetti ölmemeli. Amerika ben Scottsboro çocuklarıyım.
Amerika, yedi yaşımdayken anam hücre toplantılarında götürürdü beni,
orda bize leblebi satarlardı, bir karneye bir avuç leblebi
beş sent ve söylev beleşti
herkes bir melekti orda Amerika ve işçiler karşı iyi
duygularla doluydu herkes içtendi Amerika ve bilemezsin
parti 1833'de nasıl iyiydi ve Scott Nearing ne hoş
bir ihtiyardı Bloor Ana bir seferinde nasıl da ağlatmıştı
beni bir kez İsrael Amter'i görmüştüm orda.
Her biri birer casus olmalıydı onların.
Amerika biliyorum gerçekten savaşmak istemiyorsun.
Amerika onlar rus haydutları biliyorum.
Ruslar onlar Ruslar ve Çinliler. Ve Ruslar. Ve Ruslar.
Rusya bizi canlı canlı gövdeye indirmek istiyor.
Lüpletmek istiyor. Gücünde çılgına dönmüş Moskof.
Elimizden arabalarımızı ve garajlarımızı almak istiyor.
Chicago'yu ele geçirmek istiyor. Onun kızıl Reader Digest'a İhtiyacı var.
Bizim otomobil fabrikalarımızı Sibirya'ya taşımak istiyor.
Benzin istasyonlarımızı o büyük iğrenç bürokrasi yönetsin istiyor.
İyi bir şey değil bu.
O kızılderililere okuma yazma öğretmek istiyor.
Onun güçlü kuvvetli zencilere ihtiyacı var.
Bizi günde on-altı saat çalıştırmak istiyor.
İmdat.
Amerika bu iş ciddi.
Amerika ben bunları televizyona bakarak çıkarıyorum.
Amerika doğru mu bunlar ?
Hemen çalışmaya başlasam iyi olacak, öyle görülüyor.
Ama orduya yazılmak istemiyorum, ne de fabrikalarda tasviye tekerleği çevirmek,
miyobun biriyim, üstelik kafadan çatlak.
Amerika dönsün çark. Nasılı masılı yok. Şu oğlan omuzlarımızla dönsün.

Allen Ginsberg
Çeviri : Emre Sururi

27 Mart 2008 Perşembe

Gider Gibiyiz

Sağlığımız Osman Müftüoğlu'na, cinsel hayatımız Haydar Dümen'e, evliliğimiz Selin Özkök Karacehennem'e, beslenme düzenimiz Taylan Kümeli'ye, kalbimizin sağlığı Becel'e, hediye anlayışımız tek taşa, aşkımız Mehmet Coşkundeniz'e, yakın tarihimiz TV dizilerine, futbol sevgimiz Ahmet Çakar'a, kişisel gelişimimiz Euro'yla kapılarını açan seminerlere, derin devlet bilgimiz Kurtlar Vadisi'ne, demokrasimiz AKP'ye, vatan sevgimiz Ergenekon'a emanet... Gider gibiyiz...

Fırat Budacı
Uykusuz - 26 Mart 2008

20 Mart 2008 Perşembe

No Country For Old Men


"Bugüne kadar yazı-turada kaybettiğin en büyük şey nedir?" diye sorar Chigurh. Adam anlamaz. Chigurh devam eder: "Yazı mı, tura mı? Bilirsen kazanırsın, bilemezsen ölürsün. Yazı mı, tura mı?" Adam şaşırır. Bu nasıl bir sorudur? Kendisinden nasıl bir seçim yapması isteniyordur? Bugüne kadar hiç seçim yapmak zorunda kalmamıştır ki. Genç yaşta evlendiği eşinin zengin babası, ona kocaman bir arazi ve bir de dükkan bırakmıştır. Artık hayatı zorlamaya, risk almaya ne gerek vardır? Bu ilginç, komik saçlı adam da nerden çıkmıştır? "Ama..?" "Yazı mı, tura mı?" "Tura." Para atılır. Ve evet... "Tura, kazandın." Teksas'ın ıssız çöllerinde marketçilik yapan bir adamın hayatta kalma ihtimali, tam da yazı-turada tura gelme ihtimali kadardır.

İçi para dolu bir çanta... Üç adam... İçiçe geçen hikayeler... İnsanoğlunun 'para' denen kağıt parçasına olan fetişizmi ve çürüyen ahlak kurallarına dair müthiş bir film.

Ed Tom Bell... Yaşlı bir şerif. Ahlaki değerleri temsil ediyor. "Eskiden buralar hep yeşillikti" tarzı kıssalar anlatıp, dünyanın gitgide bataklığa döndüğüne dair hisseler çıkarmamızı isteyen bir 'ihtiyar'. Risk almayı sevmez. Kanunlarla yapması gerektiği belirtilmeyen şeyleri yapmaz. Herşeye yabancı. Hayatı anlamaya çalışmıyor, yıllar öncesinde yaşıyor.

Llewelyn Moss... Teksas çöllerinde av yaparak vaktini geçiren, bir karavanda karısıyla birlikte yaşayan, sıradan biri. Bir gün çölün ortasında, bir hesaplaşma sonrası terkedilmiş arabalar ve cesetlerle karşılaşır. Arabaların birinin içinde henüz ölmemiş bir adam vardır ve o adam Llewelyn'den su istemektedir. Llewelyn, adama su vermez ve arabanın kasasında bırakılmış bir çanta dolusu parayı alarak karavanına döner. Gece, vicdan azabından uyuyamaz ve adama su vermek için bir bidon suyla, olay yerine geri döner. Ancak Llewelyn'in bu yufka yürekliliği pahalıya patlar ve bu dakikadan sonra olaylar gelişir. Para dolu çantayla birlikte, Meksika'ya kadar uzanan gerilim dolu bir kaçışın içinde bulur kendini.

Anton Chigurh... Paranın peşinde, Llewelyn'in ensesinde kovalamaca oynayan psikopat bir katil. Her daim yanında olan tüplü silahıyla, tam bir insan avcısı. Kimin ölüp, kimin ölmeyeceğine tek başına karar verebiliyor. Kurbanlarını öldürmeden önce, uzun uzun sohbet edip, ahiret soruları soruyor. Bu yönüyle Chigurh, Azrail'in ta kendisi. Yana taranmış saç şekli, anlamsız bakışları ve sözleriyle çoğu zaman komik görünse de, elindeki delip geçen silahını görünce tırsıyoruz. Sinema tarihinin en psikopat karakterleri listesinde kesinlikle ilk beşe girer.

'Blood Simple'ın kasvetli havası ile 'Fargo'nun şiddet ve entrikası birleşmiş, ortaya başka bir Coen kardeşler harikası çıkmış. Ethan ve Joel Coen, 'The Ladykillers' ve 'The Man Who Wasn't There'le yaşadıkları durgunluğu, bu filmle aşmışlar. Filmde hiç müzik yok. Müzikle korkutmak ve germek kolay ama müzik olmadan gerilim yaratmak, her yiğidin harcı değil. Bu film, bunu başarıyor. Koyu tonlar ve donuk mekanlar, filmin kasvetli atmosferine katkı sağlıyor.

Javier Bardem, Chigurh rolüyle devleşiyor. Bu adama hayran olmamak imkansız. 'The Sea Inside'de, ötenazi isteyen yatalak bir yazarı, yani Ramon Sampedro'yu canlandırırken ne kadar hayat dolu ve anlamlı bakıyorsa; bu filmde canlandırdığı psikopat katil Chigurh rolüyle, o denli boş ve manasız bakıyor. Yani tam da olması gerektiği gibi. Efsane bir oyuncu olma yolunda emin adımlarla ilerliyor. 80. Oscar Ödül Töreni'nde aldığı 'En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu' ödülünü sonuna kadar haketmiş. Bardem'in filmdeki ilginç saç stilinin de bir öyküsü varmış: Coen kardeşler, bu saç stilini bir genelev patronunun 1979'da çekilen fotoğrafını model alarak yaptırmış. Bardem'in saçları yapıldıktan sonra ilk tepkisi "Olamaz, iki ay boyunca hiçbir kadın benimle yatmayacak." şeklinde olmuş. Bir anektod da, Bardem'in filmde kullandığı silahla ilgili: O silah, aslında kasaplıkta kullanılan ve sığırları boyunlarını kesmeden öldürmeye yarayan, basınçlı bir cıvata tabancasıymış. Filmde Şerif de bu konuyla ilgili bir hikaye anlatıyordu. Şerif demişken, yaşlı Ed Tom rolünde Tommy Lee Jones, kendinden beklenecek derecede başarılı bir performasn sergiliyor. Llewelyn Moss rolü için ilk önce, Ocak ayında ölen aktör Heath Ledger'a teklif götürülmüş. Ama sonunda Josh Brolin'de karar kılınmış. Brolin de rolünün hakkını vermiş.

Film, Cormack McCarthy'nin romanından uyarlanmış ve bu seneki Oscar Ödülleri'nde 'En İyi Senaryo' ödülünü almış. Adını ise Willim Butler Yeats'in 'Sailing To Byzantium' şiirinin ilk mısrasından almış. Bazılarına çok sıkıcı, hiçbirşey anlatmayan bir film olarak gelmiş ancak ben filmi çok beğendim. Bence tempo bir an bile düşmüyor ve çaktırmadan birçok şey anlatıyor. Coen kardeşlerin en iyi filmi değil belki. Bir şaheser hiç değil. Ama iki saat boyunca hoş vakit geçirilecek, sonunda da biraz şaşırılacak, film gibi bir film.

18 Mart 2008 Salı

Lost: Ji Yeon

Lost, 4.sezon 7. bölüm için spoiler içerir!

Bunu yapmak zorunda mısınız ya? Tam da "Nihayet herşey yolunda gidiyor." derken, yine ters köşeye yatırdılar bizi. Şimdi iki seçenek var. Ya bu bölüm içinde iki tane flashforward var, ya da Jin'in görüntüleri flashback. İkinci seçenek daha mantıklı, çünkü oyuncakçıdaki adam, Ejderha Yılı'nda olduklarını söylüyor. Ejderha Yılı da 2000 senesine tekabül ediyor. Yani kazadan önce, Jin'in kötü adam olduğu senelere. Sun'ın hastanedeki görüntüleri de flashforward ve devamlı Jin'i sayıklaması da, bilinçsiz yaptığı bir hareket. Ancak bu bölümde kafa karıştıran bir soru var: Jin'in mezar taşının üstünde, ölüm tarihi olarak 22.09.2004, yani uçağın düştüğü tarih yazıyor. Acaba Jin uçak düştüğünde mi öldü? Ya da ölüm tarihi, kamuoyunu bir sebeple kandırmak için, bilinçli olarak mı yanlış yazıldı? Bu bölüm de müthişti ve 4. sezonda her bölüm, bir öncekinden daha heyecanlı geçiyor. Oceanic 6'in içine Sun da katıldı. Jin öldüğüne göre, 6. kişi ya Aaron ya da 8. bölümde son kişiyi öğreneceğiz. Bu bölümdeki sürprizlerden birisi de Michael, nam-ı diğer Kevin Johnson. Michael, Sayid ve Desmond'ın bulunduğu teknedeki miço olarak karşımıza çıkıyor. Ben'in teknedeki ajanının Michael olduğu, haftalar öncesinden tahmin ediliyordu, onun için Michael'ı görmek çoğu kişi için sürpriz olmadı. Belki de asıl sürpriz, 8. bölüm olan 'Meet Kevin Johson'da Michael'ın anlatacakları olacak. 8. bölümde ayrıca bir kişi de ölecekmiş. Ben Sawyer'ın öleceğini zannediyorum nedense. Çünkü hiçbir flashforward'da görünmüyor. Ya adada kalacak, ya da sürpriz bir şekilde ölecek. Bir de kötü haber: Önümüzdeki haftadan sonra Lost'a bir ay ara verilecek ve 9. bölüm, 24 Nisan tarihinde yayınlanacak. 4. sezon, toplam 13 bölümden oluşacak ve 5. sezon da Eylül veya Ekim ayında başlayacak. Lostsuz bir 4-5 ay daha geçireceğiz bu yaz.

1 Mart 2008 Cumartesi

Lost: The Constant

Lost 4. sezon 5. bölüm için spoiler içerir!

Bu kez teori yok, tahmin yok, kafa karışıklığı yok. Müthiş bir aşk, Lost tarihinin en güzel bölümü var. 5. bölümü izleyeli 15 dakika oldu, hala etkisindeyim. Boğazım düğümlendi, gözümden yaş geldi. İşte aşk böyle olur. Deli olduğunu düşünsen de, neyi beklediğin hakkında hiçbir fikrin olmasa da, sırf sevdiğin kişi için 8 sene beklemektir aşk. Ve gelecekte olacakları bilmesen de, beklemeye devam edeceğine söz vermektir...

- seni seviyorum, penn. seni her zaman sevdim. çok üzgünüm. seni seviyorum.
- ben de seni seviyorum.
- nerede olduğumu bilmiyorum, ama...
- seni bulacağım, des.
- söz veriyorum...
- ne olursa olsun...
- sana geri döneceğim.
- vazgeçmeyeceğim.
- söz veriyorum.
- söz veriyorum.